Tuesday, November 21, 2006

Yılbaşı Geliyor

Birkaç gündür bir çizgi filmi düşünüp duruyorum. Çocukken sık sık izlediğim Walt Disney klasiklerinden biri bu. Kahramanlarımız Mickey ve Pluto kendilerine bir yılbaşı ağacı bulmak için ormana giderler. Kestikleri ağacı eve götürürken yanlarında iki davetsiz misafir de getirdiklerinin farkında değillerdir. Chip ve Dale ağaçla birlikte eve teşrif ederler. Mickey ve Pluto çam ağacını güzelce süslerler, ağaç Chip ve Dale için bir nevi eğlence parkı haline gelir. Toplarla, ışıklarla oynarken ortalığı darma duman ederler. Pluto sincaplari Mickey'ye ispiyonlamaya çalışır, ama Chip ve Dale her seferinde saklanıp Pluto'yu 'delirmiş köpek' konumuna düşürürler. Zavallı köpecik Mickey'ye derdini bir türlü anlatamaz. Neyse bu çizgi filmi belki bulabilirim diye YouTube'a girdim. YouTube hakikaten de nefis birşey, herkesin zevkine göre yayın akışını belirleyebileceği bir televizyon bir nevi. Çizgi filmi hiç zorluk çekmeden buldum. Keyifle izledim, çocukluğuma döndüm.

Friday, November 17, 2006

Pebble Beach

Genelde i-Pod'un shuffle modunda müzik dinliyorum. Yani Poduk (onun adı bu) kafasına göre birşeyler çalıyor. Bazı günler bu bizim Poduk tam havasında oluyor, o günün ruh haline çok uygun şarkılar çalıyor. İşte böyle günlerde onu daha çok seviyorum. Bugün de o günlerden biri.

Öğle yemeğinden döndükten sonra bastım Play tuşuna. Bizimki Vince Guaraldi Trio'dan Pebble Beach'i çalmaya başladı. Kim bu Vince Guaraldi derseniz Charlie Brown çizgi filmlerinin müziğini yapan pianist kendisi. Dinlediğim albümün adı da 'A Boy Named Charlie Brown'. Baştan sona çok güzel bir albüm ama içindeki en güzel şarkılardan biri Pebble Beach (Çakıl Kumsal). Bir kere adı çok güzel şarkının.

Bugün bahardan kalma bir gün. Hava taptaze, güneş var. Ve kasım ortasında yazı özledim.

Not: Poduk hala iyi gidiyor.

Thursday, November 16, 2006

Voila!

Biraz gecikmeli de olsa geçen hafta bahsettiğim ekmeğin fotoğrafını buraya koyabildim. Nasıl hoşunuza gitti mi?
Bundan sonraki projemiz bu ekmek makinası ile Panettone yapmak. Burak yıllardır söyler durur. İtalyanların bir Noel ekmeği var, biraz tatlı, biraz tuzlu, içinde de kuru meyveler var diye anlatır. İşte şimdi bu ekmek makinası ile Panettone yapacağız, yanına da sıcak şarap ve kestane. Tabi sevdiğimiz arkadaşlarımızı çağıracağız. Bu projeyi gerçekleştirmek için tek eksik olan şey soğuk hava :)

Saturday, November 11, 2006

Ekmek Makinasi

Sanırım iyice domestik olmaya başladım. Gecenin bu saatinde 'ekmek makinası' başlıklı bir yazı yazdığıma bakılırsa bu bir varsayımın da ötesinde.

Babam bize bir ekmek makinası hediye etti. Bir süredir kutusunda duran aleti bu hafta içi bir heves açtım. Fakat akşamın bir köründe işten dönünce insanın içinde 'Haydi ekmek yapayım hey hey hey' gibi bir heves olmuyor. Haftasonu gerçekten de güzel bir şey. Haftasonlarını arttırmalıyız!

Bugün Cuma ya, ertesi gün erken kalkma derdi yok ya, sinemadan döndükten sonra ekmek yapma işine soyundum. (Bu arada Dönüş - Volver çok güzel bir film, izlemenizi tavsiye ederim.) Her yeni aleti kullanmaya başlamadan önce yaptığım gibi kullanım kılavuzunu okumayı ihmal etmedim. Kılavuzu yazanlar ya ekmek yapımını fazla ciddiye alan heyecanlı tipler ya da kılavuzu uzun tutarsak alet daha afilli görünür mantığı gütmüşler. Hepi topu 4 - 5 tane düğme var üstünde ballandıra ballandıra anlatmışlar. Neyse Söke'nin ekmek ununun paketinde yazan 'kısa' tarife uyarak makinayı ayarladım. Yarın sabah saat 8:30 bitecek şekilde programlı alet. Her haftasonu yaptığımız gibi ertesi sabaha ekmek ısmarlamıyoruz bu gece. Hadi bakalım yüzümü kara çıkartma ekmek makinası! Aslında bu alete bir isim takmak lazım, o kadar büyük ki adı Megaton filan olabilir mesela, ya da Haydar.

Yarın sabaha şu resimdeki gibi bir ekmeğin hayalini kuruyorum. Şöyle üzerine annemin yaptığı çilek reçelini süreyim, çayla birlikte yiyimmmmmm....

Görüşürüz.

Not: Resim amazon.com'dan alınmıştır.

Friday, November 03, 2006

Yağmurlu Bir Günün Şarkısı

Banana Pancakes
Can't you see that it's just rainin'
There ain't no need to go outside

But baby, you hardly even notice
When I try to show you
this song It's meant to keep you
From doin' what you're supposed to
Like wakin' up too early
Maybe we could sleep in
I'll make you banana pancakes
Pretend like it's the weekend now
Jack Johnson - In Between Dreams

Acaba bütün dünya vatandaşları yağmurlu günlerde aynı şeyleri mi hissediyor? Jack Johnson'ın bu şarkısı benim yağmurlu günlerdeki ruh halimin tercümanı.

Thursday, November 02, 2006

Sevdiğim Şeyler



Çok uzun zamandır sevdiğim şeyleri yazdığım, resimlerini yapıştırdığım bir defterim olsun istiyordum. Şöyle bir düşünüdüm de neden bu defter yerine bir blog tutmayım. Evet birçoklarının yola çıkış noktası gibi benim blogumun yola çıktığı nokta da bu: sevdiğim şeyleri bir yerde toplamak ve benzer zevkleri paylaştığım insanlara duyurmak.

Internet'in en sevdiğim yanlarından biri benzer fikirlere ve beğenilere sahip olan insanları birbirlerine yaklaştırması. Örneğin daha önce gitmediğim bir tatil yeri ile ilgili tanıtım safsatalarından arındırılmış bir yorum mu okumak istiyorum; hemen ekşi sözlüğe girerim, güzel bir arama yaparım, yazılan tüm görüşleri okurum ve sanki beğenilerine çok güvendiğim bir arkadaşımdan dinlemişcesine derin bir görüş sahibi olurum bu yerle ilgili. Diyeceğim o ki eğer benzer zevkleri paylaştığımızı düşünüyorsanız belki buradan sizlere izlemediğiniz bir filmi, dinlemediğiniz bir albümü, tadına bakmadığınız bir yemeği, okumadığınız bir kitabı duyurabilirim. Belki benim hoşuma giden şeyler sizin de 'en sevdikleriniz' defterinize girer.

Şimdi böyle bir girizgah yaptıktan sonra en sevdiğim şeylerden biri olarak 1950li yılların Amerikan müzikallerini tanıtmak biraz riskli bir hareket oldu. Neden derseniz şimdiye kadar bu zevki benimle paylaşan hiç bir tanıdığım olmadı. Bu müzikaller genelde insanlara çok anlamsız gelir. Filmin ortasında durup dururken şarkı söyleyip dansetmeye başlayan adamlar birçoğuna komik geliyor. Belki bütün çocukluğum bu filmleri izlemekle geçtiği için çok seviyorum bu müzikalleri. Ama işin enteresanı bugün halen aynı keyifle izliyorum bu filmleri. Sanırım o zamanların parlak renklerini, kadınların kırmızı rujlarını ve uçuşan eteklerini, süveterli ve sevimli yüzlü erkek oyuncuları, bol hareketli ve kusursuz koreografili dans sahnelerini, ve filmlerin iyimser havalarını seviyorum. Bir nevi çizgi film bu filmler. Aynı zamanda bugün hala yerine pek de yenileri konulamayan caz standartlarının kaynağı Amerikan müzikalleri. Mesela 'Our Love Is Here To Stay'i dinlerken Gene Kelly ve Leslie Caron'un Seine nehri üzerindeki romantik sahnelerini hatırlamamak mümkün mü?

Çocukluğumda izlediğim An American In Paris, Singin' In The Rain, Wizard Of Oz, Sound Of Music gibi müzikallerin ardından Grease dönemi geldi. Bir ara Grease'den başka birşey izlemiyordum. Daha sonraları West Side Story'e geçtim. Tabi bütün bunlar TRT2'deki sinema kuşağından videoya kaydettiğimiz filmlerdi. O sıralarda Hair'in televizyonda gösterilmesi mümkün olmadığı için ben filmin müzikleri ile yetiniyordum. Şarkı sözlerinin nelerden bahsettiğini anlamadan bağıra bağıra Aquarius'u söylüyürdum ortalıkta. Üniversite döneminde bir arkadaşım sayesinde Jesus Christ Superstar'ı izledim, şarkılar uzun süre dilimden düşmemişti.

Şimdi yazınca ben de farkettim ki ben hakikaten de müzikallerle büyümüşüm. Müzikallerin sevdiğim şeyler defterimin ilk yazısı için iyi seçim olduğunu şimdi daha iyi anladım. Evet efendim durduk yere topuklarını yere vurarak dans edip şapkalarını sallayarak danseden adamları sevenler gelsin beri :)

Bugünlük bu kadar.