Thursday, November 02, 2006

Sevdiğim Şeyler



Çok uzun zamandır sevdiğim şeyleri yazdığım, resimlerini yapıştırdığım bir defterim olsun istiyordum. Şöyle bir düşünüdüm de neden bu defter yerine bir blog tutmayım. Evet birçoklarının yola çıkış noktası gibi benim blogumun yola çıktığı nokta da bu: sevdiğim şeyleri bir yerde toplamak ve benzer zevkleri paylaştığım insanlara duyurmak.

Internet'in en sevdiğim yanlarından biri benzer fikirlere ve beğenilere sahip olan insanları birbirlerine yaklaştırması. Örneğin daha önce gitmediğim bir tatil yeri ile ilgili tanıtım safsatalarından arındırılmış bir yorum mu okumak istiyorum; hemen ekşi sözlüğe girerim, güzel bir arama yaparım, yazılan tüm görüşleri okurum ve sanki beğenilerine çok güvendiğim bir arkadaşımdan dinlemişcesine derin bir görüş sahibi olurum bu yerle ilgili. Diyeceğim o ki eğer benzer zevkleri paylaştığımızı düşünüyorsanız belki buradan sizlere izlemediğiniz bir filmi, dinlemediğiniz bir albümü, tadına bakmadığınız bir yemeği, okumadığınız bir kitabı duyurabilirim. Belki benim hoşuma giden şeyler sizin de 'en sevdikleriniz' defterinize girer.

Şimdi böyle bir girizgah yaptıktan sonra en sevdiğim şeylerden biri olarak 1950li yılların Amerikan müzikallerini tanıtmak biraz riskli bir hareket oldu. Neden derseniz şimdiye kadar bu zevki benimle paylaşan hiç bir tanıdığım olmadı. Bu müzikaller genelde insanlara çok anlamsız gelir. Filmin ortasında durup dururken şarkı söyleyip dansetmeye başlayan adamlar birçoğuna komik geliyor. Belki bütün çocukluğum bu filmleri izlemekle geçtiği için çok seviyorum bu müzikalleri. Ama işin enteresanı bugün halen aynı keyifle izliyorum bu filmleri. Sanırım o zamanların parlak renklerini, kadınların kırmızı rujlarını ve uçuşan eteklerini, süveterli ve sevimli yüzlü erkek oyuncuları, bol hareketli ve kusursuz koreografili dans sahnelerini, ve filmlerin iyimser havalarını seviyorum. Bir nevi çizgi film bu filmler. Aynı zamanda bugün hala yerine pek de yenileri konulamayan caz standartlarının kaynağı Amerikan müzikalleri. Mesela 'Our Love Is Here To Stay'i dinlerken Gene Kelly ve Leslie Caron'un Seine nehri üzerindeki romantik sahnelerini hatırlamamak mümkün mü?

Çocukluğumda izlediğim An American In Paris, Singin' In The Rain, Wizard Of Oz, Sound Of Music gibi müzikallerin ardından Grease dönemi geldi. Bir ara Grease'den başka birşey izlemiyordum. Daha sonraları West Side Story'e geçtim. Tabi bütün bunlar TRT2'deki sinema kuşağından videoya kaydettiğimiz filmlerdi. O sıralarda Hair'in televizyonda gösterilmesi mümkün olmadığı için ben filmin müzikleri ile yetiniyordum. Şarkı sözlerinin nelerden bahsettiğini anlamadan bağıra bağıra Aquarius'u söylüyürdum ortalıkta. Üniversite döneminde bir arkadaşım sayesinde Jesus Christ Superstar'ı izledim, şarkılar uzun süre dilimden düşmemişti.

Şimdi yazınca ben de farkettim ki ben hakikaten de müzikallerle büyümüşüm. Müzikallerin sevdiğim şeyler defterimin ilk yazısı için iyi seçim olduğunu şimdi daha iyi anladım. Evet efendim durduk yere topuklarını yere vurarak dans edip şapkalarını sallayarak danseden adamları sevenler gelsin beri :)

Bugünlük bu kadar.

1 comment:

Anonymous said...

Sevgili Elif kuzum,
inşallah bu mesajı doğru biçimde gönderebilirim. Çünkü açılan mesaj penceresinin çevresindeki bütün yazılar Çince mi deyim Japonca mı bilemiyorum. Ama eğer bu mesaj sana ulaşırsa şunu bil ki hazırladığın yazıları okudukça içimi büyük bir mutluluk kaplıyor. Eski güzel günlere gidiyorum. Noel heyacanları yaşıyorum. İyi ki varsın ve iyi ki benim biricik yavrumsun. Seni çok seviyorum.